Ah o çocukluk yılları… Şimdi düşününce, ne kadar saf, ne kadar temiz, ne kadar içtendi her şey. Hayatın telaşını bilmezdik, zaman sanki ağır ağır akardı. Sabahın serinliğinde pencereden içeri giren taze ekmek kokusuyla uyanırdık. Fırından yeni çıkmış, sıcacık ekmeğin üstünden yükselen buhar… O kokuyu bir daha hiçbir yerde bulamadım.
Mahalle bakkalının önünde dizilmiş renk renk cam kavanozlar hâlâ gözümün önünde. Açıkta satılan bisküvilerin, gofretlerin, sakızların kokusu birbirine karışırdı. Bakkal amca, her seferinde “deftere yazayım mı?” derdi; sanki bütün mahalle bir aile gibiydi. O zamanlar güven vardı, samimiyet vardı.
Kahvehanelerden gelen taze demlenmiş çayın kokusu, radyodan yükselen eski türkülerle karışırdı. Büyükler okey taşlarını dizerken biz dışarıda misket oynar, saklambaçta gün batımını bile unuturdık. Akşam ezanı okundu mu bilirdik ki artık eve dönme vakti gelmiştir. Annem kapının önünde elinde havlu, “Oğlum, kızım, yeter artık koştuğunuz!” derdi.
Bayramlar ise bambaşka bir heyecandı. Yeni alınan ayakkabının gıcırtısı, cebimize koyulan birkaç kuruş, mis gibi kolonya kokusu… Komşu komşunun kapısını çalmaktan utanmazdı o zamanlar. Şeker toplarken yüzümüzdeki gülümseme, şimdi koca bir anıya dönüştü. Faytonların arkasına gizlice binip kahkahalarla gülmek, rüzgârın yüzümüze çarpması… Ah, çocukluk işte!
Şimdi geriye dönüp baktığımda, o yılların değeri daha da artıyor. Ne internet vardı, ne telefon… Ama dostluk, samimiyet, paylaşmak vardı. Bir dilim ekmeği ikiye bölüp paylaştığımızda dünyanın en zengin çocukları gibi hissederdik.
O günlerin sokaklarında hâlâ yankılanıyor çocukluğumun sesi. Tozlu yollar, güneşin altında ter içinde kalmış yüzler, ama yüreklerde saf bir mutluluk… Artık her şey değişti, insanlar değişti, dünya değişti… Ama ne olursa olsun, içimde o eski günlerin sıcaklığı hâlâ yaşıyor.
Murat AVCI













Yorum Yazın